11 Temmuz 2010 Pazar

Srebrenica Katliamı: Beyaz Tenlerden Süzülen Kan

Aslına bakarsanız bu konuyla ilgili yazıp yazmama konusunda kararsızdım. Zira olayların cereyan ettiği yıllarda ben çocuktum. Çocuk aklımla da olsa hatırlıyorum yaşananları silik silik...

Neyde bahsedeceğimi az çok anlamışsınızdır. Katliamın Adı: Srebrenica




Uluslararası arenanın en büyük utanç tablolarından biriydi Srebrenica. Boşnak'lara onları koruyacakları sözünü verip önce askersiz, silahsız bırakan Birleşmiş Milletler'in sonra bu sözü nasıl yediklerinin acı göstergesiydi. BM'nin görevlendirdiği sözüm ona koruyucu güç Hollanda'nın nasıl da umursamaz davrandığının kanıtıydı. 7'den 70'e kadın erkek çocuk bebek ayırt edilmeden binlerce Boşnak'ın katledilmesiydi Sırp postallarının altında. Yine kadın çocuk ayırt edilmeden günlerce tecavüz edilmesiydi masum insanlara. O tarihte beyaz tenler kan rengine büründü ve mavi gözlerde ışık kalmamıştı artık. Tek suçu Müslüman olmak olan bu insanlara kimse acımıyor, dünya adeta hüzünlü bir opera izlercesine seyirci kalıyordu.

Bunları yazarken ellerim titriyor, midem bulanıyor, dudaklarımdan çıkan
'srebrenitza' telaffuzu içimi derin bir kederle dolduruyor.

Katliamın üstünden 15 yıl geçti. İnsanlık adına her şeyin bittiği 15 yıl. İçimizi delen 15 yıl. Arab'ının Fars'ının Müslüman olduğunu unutup, her şeyden önce insan olduğunu unutup, yardım etmeyi bırakıp da Türkiye'ye karşı taktik geliştirmeye çalıştığı o lanetli yıl. Herkesin taraf belirlediği, insan katliamından çıkar sağlamaya çalıştığı yeşil ağaçlarının bile kırmızıya boyandığı yer. Küçücük bedenlerin kimi zaman tecavüz, kimi zaman işkenceyle ölüme terkedildiği topraklar. Anaların, bacıların susmadan ağladığı evler. Tüm erkeklerinin evlerden zorla alınıp topluca katledildiği ormanlar...

Aslında çok söz söylenir ama insanlığın utanmadan sustuğu o kara tarih gibi belkide şimdi de en iyisi susmaktır. Susarak konuşmak, haykırmak, hıçkırıklarla ağlamak...

Katliamın Adı: Srebrenica Tarih: 11.07.1995

6 Temmuz 2010 Salı

Dünya Kupası, Hakemler, Vuvuzela, Baba Kız Dialogları, Rammstein ve saçma sapan bir yazı Futbol çok Enteresan canım

Uruguay-Hollanda Maçı oynanan şu anlarda kız başıma izninizle iki çift kelam edeceğim sevgili okurlar.

Babamla biz futbol konuşmayı çok severiz. Az önce maç başlarken hakemin Özbek olduğunu öğrendik. Ben susar mıyım hiç vay efendim Allahın Özbek'i bile (aşağılamıyorum lan Özbek candır, anladınız siz ne anlamda söylediğimi daha ülke kurulalı kaç yıl oldu -tarihi bilgi:1991'de SSCB'den ayrılmak suretiyle kuruldu-) 2010 Dünya Kupası'na hakem olmuş da bir tane Türk evladı niye olamamış. Babam da SSCB diyor Rus disiplini diyor falan filan. Sonra başladı ki bir hikayeye evlere şenlik. Zamanında daha kendisi askere bile gitmeden Fatih sokaklarında yağız bir delikanlıyken radyodan maç dinliyormuş -malum vizontele o vakitler yaygın değil- (bu sırada an itibariyle Hollanda gol attı alkışlık gol oldu babamın tabiriyle 'vaaay portakallar' şu an yazıyorum diye beni dürtüyor bak kızım bak bak bak nasıl attı bak diye) neyse geri dönersek işte babuçka henüz genç iken Doğan Babacan diye bir hakemimiz varmış Real Madrid maçında 3 kırmızı çakmış iyi mi? Zaten ondan sonra da çağırmamışlar adamı. Ben de merak edip girdim baktım kimdir bu medar-ı iftiharımız diye aynı şahıs dünya kupalarında
ilk kırmızı kart gösteren hakem olma özelliğini taşıyormuş (adam kırmızı beyler) -1974'te Almanya'daki finallerde Batı Almanya-Şili arasında oynanan açılış maçını yöneten Doğan Babacan, 67. dakikada Şili'li Calos Caszely'yi kırmızı kartla oyundan atarak, kupalardaki ilk kırmızı kartı gösteren hakem oldu.- Böyle bir gurur kaynağımız varmış gözlerim yaşardı. 1930 doğumluymuş kendisi efem.





Ya bir gözüm Hollanda-Uruguay'da saçma sapan yazmış olabilirim. Aynı anda babama laf yetiştiriyorum her pozisyonda dürtükleniyorum (ay allahtan babamdan bahsediyorum yanlış anlaşılmaya müsait cümle kurmuşum) Bu arada en başından beri favorim Almanya'dır sevgili okurlar. Heil! diyorum başka bir şey demiyorum. Aslında 2010 Dünya Kupası çok sikko geçmekte hani bir kaç maç dışında heyecan tavan noktasında değildi. Aklımda kalanlardan biri İsviçre Milli Takımı'nda 3 Türk'ün oynadığıydı. (Hakan Yakın, Gökhan İnler, Eren Derdiyok) Bir diğeri çok umut bağlanan Maradona-Messi ikilisinin fos çıkmasıydı. Artık 2014'te göreceğiz Messi'yi.(Bu arada Messi'ye niye çikin diyorlar anlamıyorum tam koca tipi var onda, böyle aile babası olacak tip Ronaldo gibi apaçi değil en azından hoş ben Ronaldo'yu da severim niye çemkirdiysem şimdi) Bir de Japonya-Paraguay maçında Japonya penaltılarda verdi ya neredeyse ağlayacaktım lan çok acıklıydı. Son olarak Uruguay'lı Luis Suarez 'in yarı finalde oynamamak pahasına sırf ülkesi yarı finale çıksın diye elle topu çıkarması paha biçilemez$$$ Neyse yarı final maçlarına dönersek şu an oynanan maçı Hollanda alacak diyorum finalde de cCc Almanya siker cCc (Bu arada Almanya'da bizden biri ilk 11'de o da Mesut Özil. Çocuğa boşuna vatan haini demeyin gurur duymalıyız bence. Bir de Klose ben çocuktum vardı hala var lan adeta Oliver Khan olacak sanırım ve bir itifar ben çok küçükken bundan 3önceki dünya kupasında Klose'ye aşık olmuştum ergenlik işte=)

Saçma sapan bir yazı oldu farkındayım ama hazır bu kadar saçmalamışken Vuvuzela'ya zerre kadar antipati beslemediğimi de belirtmek isterim. Şimdi elin gavuru gelip bizim zurnaya laf etse canımız sıkılmaz mı? Yazık yıllardır eziliyor adamlar -bırakınız yapsınlar bırakınız çalsınlar- efendim. Bakırköy'de Vuvuzela satıyorlardı neredeyse alacaktım öyle marjinalim öyle marjinalim ki her türlü kültüre sahip çıkarım.

Sona doğru yazımı Rammstein'den Lost Highway filminde David Lynch'in kıymetini anlayıp kullandığı Rammstein şarkısıyla tamamlıyorum. (Heil Rammstein Heil Deutschland) Zira futbol gazına fazlasıyla uygun bir parça. Umarım sonuçlar konusunda yanılmam yoksa rezil olduğumu da buradan ilan ederim siz merak etmeyin. Bu arada pozisyon oldu.

http://fizy.com/#s/1ayp41 (buyrun dinleyin)

Ay yazıyı bitireyim derken Uruguay gol attı ay fikrimi mi değiştirsem bilemedim. Ömer Üründül'ün de belirttiği gibi 'Futbol çok Enteresan' (hiçbir şeyi anmadan geçmedim popilist yazar edasındayım vaay anasını)

dipnot: (okumasan da olur ama oku bence) Tüm bunlar olurken 15 dakkalık arada annem Melekler Korusun adlı diziyi açtı. Babam -15 dakkada n'aparsan yap sonra ben maçımı izlerim- dedi. Öyle de oldu. Annem çekti salondaki televizyona gitti. -Çek git bebeğim uzaklara çek git- dedi babam. Annem çekip gitmeden -mısır haşladım yir misin yivrum- dedi. Kardeşim interneti çekip kendi pc sine takmaya çabaladı (ay ne kadar zenginiz görüyor musun sevgili okur dizüstüler masaüstüler havada uçuyor) Böyle şeyler oldu işte. Bu ne biçim bohem hayat nasıl bir yaşam tarzı diyenleri o çok nefret ettikleri vuvuzelaya havale ediyorum. Behlül kaçar. Yok lan ben kaçtım hadi görüşürüz.

Rammstein beni sarmaz diyenlere alternatif dipnotumuzla müteselsil Musa-Gülşah ikilisinden Çek Git Bebeğim geliyor.

http://fizy.com/#s/1032ko

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Bekleme Sendromu

Salonumuz, çok insan ağırladık, kimi zaman ağladık, kimi zaman güldük burda...


Mutfağımız, aslında temiz olmaya gayret ediyoruz ama vizesiydi finaliydi derken... Ben hiç yemek yapmadığım için bulaşıklar haliyle hep üstüme kalırdı=) Gayet mutsuz ve suratsız yıkadım onları ama işim bitince çok mutlu olurdum


Gömme dolaptan bir manzara


Odamdan bir kare... Çok zaman geçirdim seninle çok...


Ve tabiki tuvalet.

Şu sıralar o kadar travmatik olaylar yaşıyorum ki arka arkaya yazılar patlatmam bu sebepten sevgili okur. Bir kısmını hiç yazmayacağım çünkü onları anlatmaya henüz hazır değilim. Bir gün hayatımı yıllardır derinden sarsan bu olaylar zincirini anlatıcam ama bunu biliyorum.

Patlak veren çeşitli kötü durumlar üzerine dün aldığım bir haberle resmen yıkıldım. Ev arkadaşım okuldan atılmıştı. Zaten o kadar mutsuzdum ki bu olayla mutsuzluğum tavan yaptı, ne yapacağımı bilemedim. Üstelik İstanbul'dayım elim kolum bağlı. Malum okullar tatil. Ağlamaktan gözlerim şişti. Kendim atılsam en fazla bu kadar üzülürdüm her halde.

Biz geçtiğimiz 1 Nisan'da aileleri arayıp annemize, babamıza falan şaka yapmıştık. Ben anneme fakülteden bir kızla kavga ettiğimi bu sebepten bir dönem uzaklaştırma aldığımı söylemiştim. Annem neredeyse telefonun diğer ucunda kalp krizi geçirekti. Hemen gelelim o zaman kızım dedi. Sonra şaka olduğunu söylediğimde annemin yanındaki arkadaşlarının nasıl bağırdıklarını hatırlıyorum telefonun diğer ucundan...

Düşünsene 1 dönem uzaklaştırma bile bu kadar üzerken aileyi okuldan atıldığında durum ne olur? O kadar yıl, o kadar emek, o kadar para, o kadar zaman... Hepsi çöpe mi şimdi?

Ev arkadaşıma hiç bir açıklama yapmadan pişkin pişkin LİSE DİPLOMANI verelim mi demişler. İnan bunları yazarken bile ellerim titriyor. Lise diploması ne demek? Bu nasıl hakaret? 23 yaşında lan bu kız. Allahım gerçekten tahammül etmek çok zor. Telefonda konuşurken ikimizde dayanamayıp ağladık hüngür hüngür. Boğazım düğümlendi teselli bile veremedim doğru düzgün.

Biz 3 kişiydik. Hiç ev arkadaşı değiştirmedim ben. Düzen insanıyımdır. Öyle zırt pırt düzen bozamam. Aslında çoğu zaman salonda oturmak yerine odamda takıldığım da olmuştur. Ailemin yanında da öyleyimdir. Pek konuşmam, sevdiğimi belli edemem. Ben de böyleyim işte. Lakin bilirim evde birileri vardır. Bir ses vardır. Yalnız değilimdir. Ölsem cesedimin kokusundan rahatsız olup 1 hafta sonra polisi arayacak komşular yerine yanımda sevdiklerim vardır. O ses evet o ses artık olmayacak. Bu gerçek o kadar acı ki...

Diğer ev arkadaşım da bu yazı Amerika'da geçiriyor. Konuştuk internette, ikimizde büyük şoktayız haliyle. Kendimizi avuttuk 'Eylül'de af çıkacak diyorlar' diye.

Beklemek...Birini beklemek, ölüyü beklemek, gideni beklemek, kaçan fırsatları beklemek, giden zamanı beklemek, çıkacak affı beklemek... Beklemek o kadar ağır o kadar zordur ki bunu benden iyi kimse bilemez. 3 yıldır ölüyü bekleyen ben beklemenin inanılmaz ağırlığını hep omzumda taşıyorum. Dedim ya henüz anlatamayacağım çok ağır şeyler yaşadım hala yansımalarını yaşamaya devam ediyorum. Belki bir gün anlatırım. Bu arada ismini hatırlayamadığım bir blogcunun söylediği gibi beklemek insanı yorar, hayal kırıklığı yaratır en iyisi durmak. Ben de uzun zamandır beklemeyi bıraktım, öylece duruyorum sevgili okur.

Sona doğru, artık inancım kalmasa da bir gün her şeyin düzelmesi ve bir gün gerçekten içimizden geldiği gibi gülebilmemiz dileğiyle...

Yeri gelmişken ev arkadaşlarıma 2 yıl önce hediye ettiğim şiiri sizlerle de paylaşmak istiyorum:

EV ARKADAŞI

Ölü kuşlara attığın yem
suladığın kırık dal
hatırlayamadığın telefon numarası

Nedendir bilmem
zamanın keskin yüzünde vücut bulan o ihmal
o yabancılık merakı, o ihanet ihtirası

ağladıkça temizlenip parladılar mutfakta seni bekleyen bulaşıklar

Küçük İskender

2 Temmuz 2010 Cuma

Bir eksiklik olarak: Küvet

Bizim hiç küvetli banyomuz olmadı. Annem hep küvet koydurmak istedi ama koyduramadık bir türlü. Bilmem yani ben küvette yıkanmayı. Zaten sudan bunalırım -ki yüzmem bilmem ben- Mesela klozet de sevmem ben alışmamışım pis geliyor, varsa yoksa alaturka...

Öğrenci evimde küvet var ama bir gün bile hatırlamıyorum içini doldurup yıkandığımı. Sevmedim, sevemedim. Bana bir kova bir de tas yeterdi oysa ki. Zaten dedim ya duşun altında durup yıkanamam bile. Bitmek tükenmek bilmeyen korkularımın arasında su altında kalmak da vardır çünkü.

Bugün aile evimin banyosunu yıkarken düşündüm de bir an çok koydu bu bana. Hala annemin küveti olmayıp benim öğrenci halimle küvetli evimin olması.

Seneye mezunum. İşimi elime alır almaz -yapılacak ilk iş listesine- bu banyoyu kırdırtıp baştan aşağı yeniletmeyi ekledim ve elbette bir küvet
...

Acılar ve Mutsuzluk Üzerine


Hayatım o kadar sıkıcı o kadar sıkıcı off ne desem bilemiyorum. Ben tam bir şeyleri düzelttim, yoluna koydum derken yeni bir acı patlak veriyor.

O kadar mutsuzum, o kadar bıkkınım ki; doluya koysam almıyor boşa koysam dolmuyor. Ne şehir değişikliği, ne değişen yüzler, ne değişen mekanlar, ne de değişen hayatlar... Hiç birşey sıkıntıma çare olmuyor. Çünkü bu kadar değişikliğin içinde aslında benim için temelde hiç birşey değişmiyor. Sorunlarım aynı, dertlerim, hüzünlerim, özlemlerim, hep aynı olduğu gibi duruyor. Gözyaşlarımın tadı bile kolay kolay değişmiyor.

Aldığım her yeni nefes beni bir adım daha geçmişe, acılarıma götürüyor sanki. Sürekli tekerrür halindeyim. Artık daha iyi anlıyorum ki insan ne kadar uzağa, ne kadar farklılığa kaçarsa kaçsın beyni kendisiyle olduğu sürece hiç birşey değişmiyor. O beyin ki sana her şeyi hatırlatıyor adeta unutmaman için çaba sarfediyor. Çünkü içten içe unutmak istemiyorsun. Mazoşistin allahı olmuşsun farkında değilsin.

Sona doğru; toplayamadığım hayatım gibi toplayamadığım yazımı da Gwendolyn Elizabeth Brooks'un şu dizeleriyle bitirmek istiyorum:

"Tükenmek üzere şu kısacık an
Yakında yok olacak
Ve ister altından yapılmış
İsterse acıyla yüklü olsun
Bir kez daha aynı kılıkla
Karşına çıkmayacak..."

30 Haziran 2010 Çarşamba

Kadın Erkek İlişkilerine Kafam Girsin O Kadar


Bir maruzatım var millet. Farkında mısınız herkes kadın erkek ilişkileri uzmanı kesilmiş. Herkes her boku biliyorum triplerinde. Ulan yaşınız kaç ne yaşadınız ki bu kadar bik bik ötüp duruyorsunuz. Hayır bu yaşta o kadar halt yediysen zaten sana bi şüpheyle yaklaşırım ben. Bir de kimsenin derdi yok, memleket güllük gülistanlık, kimse okumuyor okul sorunu yok, kimsenin maddi sorunu yok, kimsenin ailevi sorunu yok, kimsenin sağlık problemi yok, kimse iş aramıyor. He amına koyiyim öyle. Hayat bu kadar tek boyutlu, bu kadar basit dimi lan.

Tek derdiniz eski sevgililer, tek derdiniz hayatınız erkeği/kadını. Hay ben senin bu kadar sığ hayatını sikeyim. Bak küfür de etmem normalde ama çok sinirlendirdiniz beni.

Bütün dişi kişiler erkek yancısı olmuş. 'Ay evet ben de hemcinslerimi hiç anlamıyorğğum' Ben de kaba sabayım' Ben de şişkoyum' bıdı bıdı. Ya bi git işine. Kimse yanlış anlamasın lafım kilolu insanlara değil. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. İnsan kusurları olan bi varlık ayrıca banane yani ama kiloluysan şikayetçiysen bunu meziyet gibi çok kendinle barışık gibi bağıra çağıra söylemene ne gerek var? Zayıf insanlara çamur atmana ne gerek var? Belki o da yiyordur kilo alamıyordur bir de burdan bak. Ayrıca insanların zayıf/kibar/terbiyeli/hanım hanımcık/güzel/uzun boylu/düzgün fizikli/başarılı/zeki vb. olma özgürlüğü var. Benim içinde geçerli bak şu yazımda küfür ediyorum ben de ayıp ediyorum. Zaten o kadar barışık olsan bunu bu kadar dillendirmezsin. Bu muhabbet bana erkeklerin yaptığı 'boyu değil işlevi muhabbeti' kadar zavallıca geliyor bunu da bilin.

Aynı blogcu hem 'güzel kadınlar sizi niye seveyim mal mıyım ben' yazıp, sonraki yazısında 'ayy güzel arkadaşını kıskananları da hiç anlamıyorum ki evet erkekler haklı' diyebiliyor. Sus pis ikiyüzlü, daha kendi içinde çelişiyorsun sen kimi kandırıyorsun. (Kimse üstüne alınmasın ben bu kişiyi izlemiyorum okuyup gülüyorum sadece mal kompleksli, hoş senden çok var yalnız değilsin)

Ayar olduğum bir diğer nokta da herkes entel olmuş bi bok olmuş herkes özgür cinsel hayat nidalarıyla salınıyor. Vay amına koyiyim sizin ananız babanız kim? Hangi ülkede yaşıyorsunuz? Ulan bu ülkede hala namus cinayeti işlenmiyor mu? Bu ülkede hala doktoru, mühendisi en okumuş adamı bile bakire hatun aramıyor mu evlenirken? Hayır ben mi başka bir yerde yaşıyorum anlamadım. Gayet de doğma büyüme İstanbul'luyum bu arada. Yani şehirli-köylü meselesi de değil bu. Erkekler de çok özgürlükçü ayağında he anacım biz sizin ciğerinizi bilmiyoruz zaten. Aynı şeyleri bacın yazsa bacaklarını kırarsın adamı hasta etme. Hayır karşı olduğumdan değil madem bu kadar aydın/entel/marjinal geçiniyoruz da gazetelerin 3.sayfalarında okuduğumuz ne? Hepimiz bu kadar aydınsak bu ülke niye böyle lan. Niye düzelmiyor hiç bir şey? Niye kadınlarımız dayak yiyor, niye öldürülüyor, niye tecavüzcüsüyle evleniyor, hepsini geçtim niye küçücük çocuklar cinsel istismara uğruyor niyee? Bu ülkede hala kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı, yok ayağının altına paspas olsun diyen zihniyetler var niye var o zaman ve niye bu kadar kalabalıklar? Oooofff delirtmeyin beni.

Kadınlar lafım size; hiç bir erkek kaba saba kadın sevmez sevse hepsi eşcinsel olur mal mal iş yapmayın madem derdiniz herif düşürmek yanlış taktik izlemeyin. Ayrıca sen o kadar özelini dökersen herifler seni ciddiye almaz tabi. Erkekler size gelince hepiniz hatun düşürme derdinde entel ayağına yatıyorsunuz gözümden kaçtı sanmayın. Bak ben de bi bok biliyomuş gibi ahkam kestim, beni de bozdunuz.

dipnot: Bu yazımla birlikte beni izlemeden çıkaran olursa ifşa edicem aha bunlar kadın/adam düşürmeye gelmiş diye=) şaka bir yana eleştiriye açığım bir tek benim gözüme batmıyordur eminim, ayrıca itirazı olan varsa yazsın ki tartışalım dimi. Ne de olsa insanlar konuşa konuşa...

24 Haziran 2010 Perşembe

şimdi sus, sonra konuşuruz


Küflü gözler ardında parçalanmış ruhlar gizledik. O ruhlar ki cenazesine katılan olmadı. Kendine bile katlanamadı hiç kimse. Kendimize katlanamazken başkalarının bize katlanmasını bekledik. Terkettik aklımızı. Enjekte edilmiş dolma akıllarla yaşadık, yaşadığımızı sandık. Hayatı teğet geçtik, üstünden atladık. Geçmişi özledik bu sebepten an'ı unuttuk, gelecek ise hiç olmadı. Bir fil mezarlığında çürüttük sevdamızı. Dar alanda kısa paslar verdik, zaman aktı, tutamadık. Hastalıklı çeneler hep konuştu, hiç susmadı. Onlar konuştukça biz sustuk, küçüldük. Zaten hep küçücüktük. Bir susturucu yerleştirdiler kalbimize. Bu yüzden çok üzüldüğümüzde boğazımız düğümlendi, konuşamadık. Yarınlara sakladık gülüşleri, hiç olmayacak yarınlara...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Neden ölüyor kardeşlerimiz neden?

TÜRKİYE ŞEHİT HARİTASI



Bu yazıyı bloga dökerken aslında içimden şunu geçirdim. Bak kızım dünya ne senin söylediklerinle değişecek ne de gidenler geri gelecek. Önce önemsiz olduğunu kabullen, sonra otur konuşalım içindeki öfkeden kudurmuş alt benlikle...

Işık hızıyla değişen gündemimizin aslında hiç değişmeyen ama bir şekilde değiştirilmek istenen, üstü örtülmeye çabalanan o acı tablosu...Son 4 ayda yaklaşık 60 şehit verdik. Evet hayatının baharında 60 can. Hayalleri olan, anasının kuzusu, sevdiceğinin yolunu gözlediği o gencecik bedenler...

Analar, babalara, kardeşler 'VATAN SAĞOLSUN' diyor. Onlar da öyle demişti son sözlerinde 'VATAN SAĞOLSUN'. Çünkü onlara birileri kendi arasında rant sağlıyor sen de boşu boşuna ölüyorsun demediğimiz için, vatan uğruna ölüyorsun dedikleri için 'VATAN SAĞOLSUN'!

Komplo teorilerini bir kenara bırakalım ama Allah aşkına siz de sormuyor musunuz bu nasıl istihbarat, bu nasıl askeriye, bu derme çatma yer nasıl karakol oluyor açık hedef haline gelsin diye mi, 3aylık er daha silak tutmayı yeni öğrenmişken terörün kucağında ne işi var? Evet eminim siz de soruyorsunuz.

Dünyanın en kalabalık ordularından biriyken nasıl oluyor da 3-5 çapulcuyla başedemez oluyoruz nasıl? Milli Gelirimiz %65'i askeriyeye ayrılıyor ve -dikkat- sadece %2'si eğitime ayrılıyor. Arkadaşlar nerde bu paralar, paralarımız nereye aktarılıyor? Madem bu para orduya aktarıldı o zaman neden hiçbir başarı yok neden? Japonya gelişmiş ülke diyip duruyoruzya bunun sebebi Japonya'nın askere para ayırmaması. Eğer biz de askere bu kadar çok para ayırmak zorunda kalmasaydık o parayı eğitime sağlığa aktarsaydık emin olun biz de refah bir toplum seviyesine ulaşırdık.

Görüyorsunuz işte nereden nereye etkiliyor terör ve bütün bunların hiç bir işe yaramadığını görmek, hala kardeşlerimizin ölüm haberlerini almak sizi bilmem ama benim çok kanıma dokunuyor.

PKK silahı, roketatarı, mühimmatı nerden sağlıyor? Ben söyleyeyim hala farkına varamayanlar varsa. İncirlik Üssü, Irak'taki kamplar ve elbette gizli el İsrail. Peki Türkiye bunu bilmiyor mu? Elbette biliyor. O zaman İncirlik Üssü neden kapatılmıyor? Neden boş kamplar bombalanıyorda, terörist besleyen kamplara dokunulmuyor, neden?

BDP'li milletvekili çıkıp 'ÇOCUKLARINIZI ASKERE GÖNDERMEYİN' diye çağrı yapabiliyor. Neden susturulmuyor? Neden izin veriliyor?

Recep Tayyip Erdoğan İsrail'den üstün hizmet madalyaları alıyor. Sonra da gelip şehitlere kelle diyor. Hala iktidarda...Neden?

Osman Pamukoğlu ve Banu Avar gibi bir şeylerin farkında olan insanlar kendini paralaya dursun ve herkes bu insanlara kulaklarını tıkasın. Taraf yazarı pezevenklerde işlerine gelmediği için bu insanları topa tutsun. Sahi Taraf bu kadar açık PKK propagandası yaparken neden kapatılmıyor?

Rockefeller Ailesini duydunuz mu? Ya Mason Cemaaitini? Peki ya Amerikan Dolarının üstündeki 'IN GOD WE TRUST' yazısını da mı görmediniz?

Sona gelirken, yazımın başına dönmek istiyorum. Evet biliyorum ben önemsizim ve söylediklerim dünyayı değiştirmeyecek, bizim ülkemizde şehitler, Afrika'da ise açlıktan ölen çocuklar olacak. Neden mi? Birileri kontrolü elinde tutsun diye. Dünyaya hükmedebilsin diye. Evet birileri gerçekten kötü çünkü.

Aslında bu yazı çok daha uzun olabilirdi ama detaylara girmek istemedim. Düşünün diye. Beyniniz özgür kalsın diye. Neyin ne olduğunu verdiğim yaklaşımlardan kendiniz çıkarın diye...Lütfen arkadaşlar, bir tek ben önemsizim ama hepimiz bağırırsak, hepimiz kusarsak bildiklerimizi işte o zaman bir şeyler değişebilir. LÜTFEN!

22 Haziran 2010 Salı

Bilir misin gerçekten kaybetmenin inanılmaz ağırlığını?


Geçip giderken zaman, aslında tek gerçek kaybettiğimdi. Bunun içindi belki de oyalanmam ufacık dünyalarla. Hatırlamak içindi konuşmak... Hatırlamak için yazmak… Hatırlamak için yaşamak… Unutmak için hatırlamak... Melankolik şarkılarla gelen baş ağrısı. Artık ağlayamamam… Ağladığımda hıçkırmam derinden. Ağlama sonrasının tuhaf baş ağrısı..."Canım benim nasıl da hıçkırıyor" diyen biri. Acıyan gözler, gören gözler, hep gözler. Evin duvarlarındaki boyanın çatlakları. Dışarının sıkıcı aynılığı, belki de anlamsızlığı. Ölmeyi seçmek. Vazgeçmek… Belkiler için yaşamak… Unutmak için ölmek, görmek için yaşamak… Hiçbir yere ait olmama hissi… Uzun uzun anlatamam her şeyi, böyle olsun istemedim ben de. Çalarken gözlerinin dolması. "Yaşıyormuş" gibi yapmak. Aslında hiçin sonsuzluğunda kaybolmak....

20 Haziran 2010 Pazar

ateşini yolla bana...sktir git çok sıcak lan

Hava o kadar sıcak o kadar sıcak ki ne dışarı çıkasım, ne de tatil yapasım var ciddi ciddi tüm gün evde oturabilecek embesil potansiyele sahibim. Resmen dışarı çıkıp yarım saat için de suratım ve kollarım ateş tabancasına dönüşebiliyor. Bu zamanlarda bana 'ateşini yolla bana dıp dırı dıp dıp dıp' diye gelen bir delikanlıyı bağrımdan çıkan ateşle yanlışlıkla öldürdüm.(

Annem: Kızım x şehrine gidelim orda tatil yaparız

Ben: Yoooğğkk ben gelemem çok sıcak ben yanarım orda bronzlaşırım ayy şimdi bayılıcam bak düşüncesi bile bayıltıyor beni

Annem: Kızım Adana'ya gidelim bak akrabalar özlemiştir seni yıllardır gitmiyorsun

Ben: Yoğğğkk ben gelemem, ayyy çok sıcak orası hatırlamıyorsun galiba çocukken sen beni oraya götürmüştün de ben sıcaktan alerji olup komalık olmuştum. Sen git herkese de selam söyle, ben gidip huzursuzluk çıkarıcam bu niye gelmiş diycekler yok gelmem ben sen oğlunu al git.

Annem: Ya sen ne biçim gençsin, millet it ayağı yemiş gibi geziyor, hanfendi yok kararırmış yok bayılırmış yok alerjisi varmış kararsan nolucak millet husisi bronzlaşmaya çabalıyor ceset gibisin azcık yüzüne kan gelir aman kızım sakın evden çıkma tamam mı belki bi kaçıran olur.

Bi arkadaş: Yavrum çok özledim İzmir'e gelsene

Ben: Ayyy bebeğim ben de çok özledim ama orası çok sıcak ben bayılırım orda, eririm valla başına dert olurum kırılma sakın, sen gelirsin İstanbul'a evde otururuz.

Bütün yakın arkadaşlarım: Kızım Foça'ya festivale gidiyoruz sakın gelmiyorum deme. Geliyon dimi?

Ben: Ay ben gelemem orda sabahın köründe güneş çarpıyor çadırda dursan durulmaz amele gibi yanıcamm soraa pis sıcak bayılırım ben ayy temiz tuvalet yok, her gün duş almak lazım doğru düzgün duş yok, alerji olurum ben gelemem öyle yere

Başka bi arkadaş: Kızım okul kapanmış, İstanbul'a gelmişsin niye haber vermiyorsun en kısa zamanda buluşalım.

Ben: Ayyy buluşalım çiçeyim de mümkünse akşam üstü olsun bu sıcakta çıkamam ben zaten otobüslerde leş gibi ter kokuyor ayy lütfen akşam üstü...

Bu tip dialogların yanına ek olarak ev arkadaşlarıyla çıkılan tatili sürekli sıcaktan yakınarak onlara zehir etmek, anneye her Adana muhabbeti açtığında burnundan getirmek vb. huysuzluklar mümkündür.

Evet sayın seyirciler, bu yazımızda sıcak sebebiyetiyle sosyolojik sorunlar yaşayan bir genç kızın dramına tanık oldunuz. Haftaya tekrar görüşünceye dek, sıcak çok sıcak, sıcak daha da sıcak olacak bu geceeeeeeee...

15 Haziran 2010 Salı

Ah İstanbul İstanbul olalı hiç görmedi böyle eziyet

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! diyor şair. Peki aziz İstanbul'un azizliğini bıraktık mı acaba?

Bir maruzatım var. Kadir Topbaş duy sesimi. İstanbul'da trafik berbat durumda. Bu da yetmezmiş gibi seferler eksik otobüsler, metrobüsler, tramvay, metro ve vapurlar allah ne verdiyse hepsi hınca hınç dolu. Fordçusunu mu ararsın, deodorantın icatından habersiz insanları mı yoksa sarımsak yiyip toplu taşıma aracına binen hödüklerimi -ki sarımsak kokusunu alınca kusarım ben-. Hadi onlar mal peki bu kadar malı sıkış tıkış dolduran belediye daha az mı mal? Gerçekten sinirlerim bozuluyor.

En son bugün bir olay yaşadım ki evlere şenlik. Otobüse ilk durakta binmemize rağmen sadece 3tane tekli yer bulabildik ve en öne teyzem onun 3 arkasına annem ve annemin 3 arkasına ben oturdum. Zaten bir durak sonra nefes alamayacak hale gelmiştik hani bitki olsan şahane fotosentezlik ortam var. Yabancı bir karı(karı diyorum lanet nesne terbiye sınırlarım içinde karıyı uygun gördüm) yanında 2hödük tepemde dikiliyorlar. Kadın 1.80 boylarında ve bozuk türkçesiyle hayvan gibi bağırarak konuşuyor. Herkes rahatsız oluyor dönüp bakıyor falan ama tek rahatsızlık bu olmadığı için kimseden ses çıkmıyor. Neyse bunun fingirdeştiği hödüklerden biri habire götünü koluma sürttürüyor. Ya sabır çekiyorum ama ben bu tip olaylarda adeta ciddet geçirir diş bilemeye başlarım. En son dayanamayıp herifi elimle de iterek 'çekilsene kardeşim üstüme mi çıkacaksın' dedim. Adam suçlu tabi ağzını açamadı. Yavşak karı ağzını yaya yaya 'sanane' demez mi? Nasıl sanane lan adam üstüme çıkıyor. Delirdim tabi başladım saydırmaya 'terbiyesizilik yapma, gerizekalı... allah ne verdiyse. Bu sensin terbiyesiz falan dedi. Sonra elini ayağına indirip ayağındaki yaklaşık 10cm çivi topuklu ayakkabıyı çıkarmaya çalıştı. Çıkarıp da kafama vuracak orospu. Allahtan kalabalıktan çıkaramadı. Bir de diyor ki çıkaramadım tüh. Bu olay yaşanırken otobüsün diğer göremediğim köşelerinde yolculuğuna devam eden annem ve teyzem hiç haberdar olmadı. Ben de öyle sahipsiz sefil modunda takıldım. Ama vurmaya kalksaydı annnnnnnnnnnnneeeeeee diye çığlık atacaktım. Onlar daha güçlüydü ama ben daha çok laf soktum olsun. Zaten haklıydım.

Demem o ki bari trafik sorununu çözemiyorsunuz, hiç değilse seferler artsın ki biz masum insanlar böyle embesil zihin fakiri insanlarla muhatap olmak zorunda kalmayalım. Sona doğru resmi sponsor Türk Hava Yolları'na ve Barcelona'ya sevgiler.

13 Haziran 2010 Pazar

Deli

Kurbağayı sıcak suyun içine atarsan zıplar lakin normal suyun içine atıp yavaş yavaş ısıyı artırırsan zıplamaz. Sıcaklık aynı sıcaklıktır fakat anlamaz. Farkedemez suyun ısındığını, oracıkta ölür, gider.

İşte ben de böyle yavaş yavaş delirdim, kimse farkına varmadı.

Kurbağanın ısınan suyuydu benim biriktirdiklerim. Kurbağanın ölümüydü benim delirmem. Hiç farkına varamaması ise kimsenin bu durumu farketmeyişiydi. Ve ben Jack'in kırık kalbiydim. Hiç sırıtan intikamı olamamıştım hayattan intikamımı alamadan delirmiştim.




Kurbağa demişken çocukluğuma dönmek istedim, Kermit'e dönmek...

12 Haziran 2010 Cumartesi

Sevgili İnsanlık !..Bir çocuk masumiyetiyle bir kez daha ; ' Elma ' diyoruz, ne olur çık artık...

Bugün yaşadıklarımı ibretlik olsun diye paylaşmak istiyorum sizlerle...

Annem, 2teyzem, 2kuzenim ve ben Beyoğlu turuna çıkalım dedik. Her şey güzel başladı evden Eminönü ordan nostalji metrosuyla (dünyanın 2.metrosudur o kadar eski) Galata'ya çıktık. Alman bir rock grubu Galata kulesinin önüne kurulmuş sahnede performansını sergiliyordu. Genç çocuklar hepsi de çok şirindi. Müzikleri de fena sayılmazdı. Ayrıca 1hafta boyunca bir grup Türk gencini çalıştırıp kendi grupları ve yaklaşık +15 Türk kişisi birlikte Erkin Koray'dan Arap Saçı'nı yorumladılar. Velhasılı güzeldi.

Buraya kadar her şey normal. Sonrasında İstiklal'e çıktığımızda kalabalığın yoğunlaştığı ve bir yerden sonra tıkandığını farkettik. Evet genç bir kız intihar ediyordu!

Polis arabası, ambulans, branda, haber kanalları ve elinde cep telefonuyla gülerek kayıt yapan yurdum insanları...Atlasana lan. Atlamayacaksan niye çıktın? Atlamazsan adisin. Kesin hayat kadınıdır bu. şeklinde nidalar yükseliyordu. Kanım dondu. Biz ne zaman bu kadar acımasız, bu kadar duyarsız ve birinin ölümünden mutlu olur hale gelmiştik. Ne zaman bu kadar kötü olmayı becerebildik? İnsanlığımız nerede son buldu?

En sonunda kız dayanamayıp eline çıktığı çatıdan bir tuğla alıp üzerimize fırlatmaya kalktı. İşte o an bir başkasına atla lan! diyen zihniyet kendi can korkusunu, ölüm korkusunu yaşayıp tuğlanın hedefi olmamak için bir yerlere kaçıştı. Bir grup insan Halep Pasajına, oraya sığamayanlar ise İstiklal'de birbirine abanmak suretiyle kaçış yolu aradı.İyi ki o tuğlayı kafamıza atmaya kalktı da örümceklenmiş beyinlerimiz yerine gelebildi korkuyla...

Sonra eve döndüğümde internetten olayı araştırdım. Kız atlamış mıydı? Derdi neydi? Henüz 17 yaşında olduğunu, yetiştirme yurdunda büyüdüğünü ve çalıştığı kuaförden kovulduğu için artık kaderine isyan edercesine bu duruma geldiğini öğrendim.

Bu da olayın linki: http://www1.haberler.com/yetistirme-yurdundan-catiya-2101119-haberi/

Son olarak Arifhan Akpınar'ın şu anlamlı sözüyle sormak isterim hem kendime hem sizlere:

Sevgili İnsanlık !..Bir çocuk masumiyetiyle bir kez daha ; ' Elma ' diyoruz, ne olur çık artık...

11 Haziran 2010 Cuma

zihinsel engelli yurdum insanı


Çok sinirliyim çok. Şimdi size bir olay anlatıcam ki zaten siz sinirlenmiyorsanız okumayın bir daha sayfamı. Bu tip olaylara sinirlenmeyecek insan okumasın, yazmasın, yaşamasın!


Ptt'ye gittim kira yatırmaya numaratörde normal gişe işlemleri var bir de engelli diye bir şey var. Eğer engelliysen engelli tuşuna basıyorsun, sıra bekleme diye bilgisayar sana öncelik tanıyor. Ne güzel dimi hepimiz sevindik şimdi, çağdaş medeniyetler seviyesine adım adım yükseliyoruz bla bla. Evet buraya kadar her şey normal gözükebilir fakat normal olmayan kısmı engelli numarası alanların %90ının engelsiz olması!


Benim gibi aklı cinliğe çalışmayan vatandaşlar gişe işlemlerinden numarasını alıyor embesil gibi sıra bekliyor saatlerce, kendini çok akıllı zanneden sağasağlam adam gidip engelli numarası alıyor. İşte olayda burda kopuyor. Gişedeki kadın engeliniz var mı diyor, boylu poslu en fazla 25 yaşındaki adam biraz başım ağrıyor diyor! Ulan senin bi beynin var mı ki başın ağrısın! Bunu gören diğer insanlar doğal olarak hem gişedeki görevlinin hem de engelli numarası alan sözüm ona engelsizin ağzına sıçıyor haliyle. Ortalıkta bir curcuna, herkes birbirine bağırıyor. Gişedeki kadın n'apsın sen kendine yakıştırıyorsan yapayım işlemini diyor.


Şimdi size soruyorum, acaba bu şerefsizliği yapanlar mı engelli, yoksa gerçekten engeli olanlar mı?


Bununla birlikte evlere şenlik bir olay daha vardı ki hiç sormayın 1teyze ve 1amca -ki 2si de fosil- gelmişler yaşlılık maaşı mı ne çekiyorlar. 2si de türkçe bilmiyor. Gişedeki görevli imza atın diyor bunlar anlamıyor, bunlar bir şey söylüyor görevli anlamıyor. En sonunda 45yaşlarında bir adam araya girdi de bunlara tercüman oldu kendi aralarında kürtçe bir şeyler konuştular. Görevli ne diyorlar dedi kadın diyormuş ki bu belge bende mi kalıcak, adam da nereye imza atacağını anlamamış. Güler misin ağlar mısın?


Al sana yurdumun binbir çeşit insan manzaraları...


9 Haziran 2010 Çarşamba

sıradaki ezanı biricik aşkım ayşeye ve sevip de kavuşamayan tüm aşıklar için okuyorum Allahü...


Her gün imamı bekliyorum uyumak için. O sabah ezanını okuyacak ki ben yatabileyim. Hiç bir kuvvet beni sabah ezanını duymadan uyutamaz. Kendimi avutuyorum imam da uyanık ki ihihi yalnız değilim ki nolcak ki bla bla...

Okul sezonunda ev arkadaşlarım, evde ana baba bıkmış durumda. YAT ARTIK! cümlesi hayatım da en çok duyduğum 2.cümle öbeği. 1.si ise tabiki KALK ARTIK! E haliyle 4te 5te yatınca öğlen 1den önce kalkılmıyor malumunuz. Velhasılı uyku problemime bir çözüm getiremedim kaldı ki artık benim için problem olmaktan çıktı doğal seleksiyon içerisinde bu saatler benim doğam oldu. Sırf bu sebepten kaçırdığım final sınavı, gidemediğim bir çok organizasyon bilirim sonra da kendi kendime küserim, trip atarım.

Şimdi yeni bir telaş sardı işe başlarsam halim ne olur diye. O zaman bana, tüm uykusuzlara ve gece kuşlarına gelsin Kiboştan: Bilmem ki bu gidişin dönüşü olacak mı?

teknoloji stayla



Yaklaşık 6 yıllık samimi bir arkadaşım ve onun sınıf arkadaşı kadıköy'de bir mekanda oturuyoruz. Arkadaşım deli gibi wow oynuyor, internetin hoşluğundan, teknolojinin güzelliğinden bahsediyor. Ben de öğrenci evimde internet olmadığını söylüyorum şok üstüne şok yaşıyor. Ama nasıl olur, n'apıyorsun peki, nasıl geçiyor zaman?!

Okul kapanıyor, ailemin yanına İstanbul'a dönüyorum, odamdan balkona çıkıyorum evin içi sigara kokmasın diye aman allahım her yerden dıgıdık dıgıdık msn sesi...

Evdeyim. 14 yaşındaki ergen kardeşim ağıtlar yakıyor interneti bana ver diye. Düşünüyorum ben onun yaşındayken internet nedir bilmezdim ki. Jenerasyon farkı zaar diyip susuyorum.

Yazmak istiyorum, ama yıllardır yazdıklarımı başkaları kendine mal eder diye yazmıyorum sonra blog olayın daki tarih muhabbetini fln öğrenip kendime blog açmaya karar veriyorum. Ama gelin görün ki esas film burada kopuyor. Ben yeni metin yazıyorum fakat alt alta gözükmesi gereken yazılar her biri farklı adres ve farklı sayfada çıkıyor, her seferinde izleyenler sıfırlanıyor! Anlam veremiyorum tabi, allah allah acebe neden herkesin yazdıkları alt alta çıkıyor da benimkiler her biri farklı sayfada çıkıyor diyorum kendime. Bloggerı olan arkadaşım pitho'ya soruyorum yahu şunu bi düzeltiver bu niye böyle oldu ki aceba diye. Pitho'ya şifremi veriyorum girip bakıyor, her seferinde yeni blog açmışsın demez mi? İhihi ay canım benim ne malım ya nasıl becerdim ki ben acaba hiç de farketmedim ihihi diye saçmalıyorum. Evet ben bir teknoloji özürlüyüm. Pitho sağolsun imdadıma yetişiyor, düzeltiyor fln ama ben hala alt alta yazmayı öğrenememiş oluyorum. Garibim özürlülük düzeyimin ne denli uç noktada olduğunu farkedip aha da bu üstteki fotoğrafı yolluyor bana msn'den...

Hayat budur azizim, teknoloji stayla... Sen nerdesin, alem nerde. Millet aya ayak basalı, Kübrick otomatik portakalı çekeli yıllar oldu ben daha blog düzenleyemiyorum vaay anasını vaay ki ne vaaay!

takip

Onu gördüm. O da beni. Öncelikle kurmuş olabileceğimi düşündüm fakat saniyeler içinde beni takip edeceğini anladım. Evet takip ediliyordum. Yolumu değiştiriyor, insanların olduğu yönlere dönüyor, geriye gidiyor fakat bir türlü takibinden kurtulamıyordum. Peşime düşmüştü ve sanırım ben ne yaparsam yapayım bırakmaya niyeti yoktu. Sanırım kurtuldum, izimi kaybetti diye düşünmeye başladığım an tekrar göz göze geldik.

Çıkış yolu bulamayıp caddenin karşı kaldırımına geçmeye karar verdim. Çünkü orada daha çok insan var gibiydi. Ayak seslerini işittim yeniden.
Bu dakikalarla anlatabileceğim ve sadece bir ya da iki kez göz göze gelmekten ibaret olan tanışıklığımız süresinde artık ayak seslerini dönüp bakmadan ayırt edebiliyordum.

Önümde, aramızda en fazla 5 adım olan sarışın, muhtemelen aynı yaşlarda olduğum bir erkek silüeti vardı. Saat 2 civarıydı ve hava karanlıktı o yüzden tam seçemiyordum. Bu sırada daha da önde olan ve 24 saat açık olan manavın ışığı hafiften yansımaya başladı. Bu sayede öndeki süliet netlik kazandı gözümde. Onun ise adımları hızlanmış ve sertleşmişti. Girdiğim paniğin etkisiyle anlık bi karar verip öndeki sarışının yanına koştum. Hiç tanımadığım bu insandan yardım istemeyi göze almıştım.

-Rica etsem birlikte yürüyebilir miyiz? Köpek beni takip ediyorda.

O ise bu duruma fena halde sinirlenmiş -ki sanırım kendisiyle o bir ya da iki kez göz göze gelmemizde kendinden hoşlandığımı düşünmüş olcak ki- başka birinin yanına sığınmış olmam ufak çaplı bir kıskançlık krizi geçirmesine sebep oldu. Artık sarışını da tehlikeye atmıştım. Onun da korktuğunu gözlemleyebiliyordum.

-Manava girin.

Sarışının yardım talebimden sonra kurduğu bu cümleyle kendimi manava atmıştım. Fakat o kararlıydı. Gelip beni alacaktı. Aynı hızla ve sinirle sarışının üstüne yürüdü. Artık hiç bir çarenin kalmadığını farkeden sarışın elindeki spor çantayla ona vurmak zorunda kaldı. Bu sırada manav olan biteni anlamaya çalışıyor, titreyen ellerime ve korkudan donmuş bakışlarıma bakıp 'korkmayın bir şey yapmaz' diyordu. Bu sırada sarışın elindeki çantanın gücüyle onu bir ara sokağa itelemeyi başarmıştı.

-Çıkabilirsin, sokağa girdi.

Olayın şokundan cevap bile veremiyordum. Beni bu kaskatı sessizliğim ikinci soruyu getirmişti.

-Ne tarafa gidiceksin?

-Karşıya geçicem.

-Tamam bu tarafa girdi, gidebilirsin.

Bu sırada manav da sıradan bir köpek korkusunun ötesinde bir olay yaşanmış olduğunun farkına vararak;

-Gidin siz hiç bir şey olmaz, ben çıkarsa tutarım dedi.

Karşıya geçtim. En fazla 3d dakika içerisinde apartmanın önündeydim. - Esasen sigaram da az kalmıştı ve bakkaldan sigara alacaktım fakat dayanacak gücüm kalmamıştı ve bir an önce eve girmek niyetindeydim.- Apartman kapısını anahtarımla açarken hala arkama dönüp bakmaktan kendimi alamıyordum.

Evet, sen beni o bir anlık bakışta sevdin belki ama yanlış anladın ben sadece korkmuştum, senden hoşlanmamıştım. Aslında bu sana şahsına yönelik bir huzursuzluk değildi zaten senin türünden hiç hoşlanmazdım ben. Hoşlanmamak da değil belki 'korku' evet tek kelimeyle korku duyuyorum senin türüne...diyebilmek isterdim, gönlünü alabilmek. Kendimi eve attığım an bunları söylemiş olabilmeyi ve kalbini hiç kırmamış olmayı diledim.

Bu yazının ana fikri, hayatım boyunca karşılaştığım ve incittiğim tüm köpeklerden özür dilerim.

ben evlenirim ki


Annem, teyzem ve ben oturmuş muhabbet ediyorduk ki laf döndü dolaştı yine bir şekilde evliliğe geldi. Teyzem başladı bizim ki evlenmem diyor, evlilikten korkuyormuş bla bla(kuzenimden bahsediyor)Annem durur mu tabi ne varmış korkucak fln diyor.

Teyzem: Alışmış bunlar rahatlığa zor geliyo tabi yemek yap, ev temizle, koca derdi çekmek zor geliyor.

Annem: Bu hiç öyle şeyler demiyor dimi kızım.

Ben: Evet ya, ben hiç öyle demem ki, ben evlenirim ki ama adayım yok benim ihihihi(yüzyılın en klişe evlilikten kaçma yalanına hoşgeldiniz evlenicek adam/kadın yok)

Teyzem: Aferin kızım evlen tabi çocuğum evin olur yuvan olur.

Annem: Tabi acelesi yok okul falan bitsin, işe faln girsin evlenir zamanını gelince. nolcak bak bu da bilmiyor yemek yapmayı ama hiç evlenmem demiyor.

Ben: Ya evet nolcak ki pizza fln söyleriz ihihi çok güzel evlenirim ki ben dimi yuvam fln olur.

Şimdi kuzen gibi isyan çıkarıp, bsürü teyzeyi, anneyi karşıma almaya ne gerek var sayın seyirciler. Bir başlasam yok bu devirde kimse evlenmiyor, yok herkesin niyeti belli bla bla o işin içinden çıkılmaz. Şu ömrümde öğrendiğim bir şey varsa o da haklı da olsan anneyle tartışmayacaksın, he deyip oturacaksın. Gayet net yani.

Özetle: Nolcak ki lan evlenilir ki, evlenin hepiniz. Ayrıca evlenmelik adayı olanlar ayıptır yazıktır bre utanmazlar daha sizi ne kadar bekleyecek. Bu yazıyı okur okumaz gidin evlenin o adaylarla, adamı hasta etmeyin bakayım.